Başına “en” eki gelen sorulardan hiç haz etmiyorum. Mesela; en sevdiğin yemek, en sevdiğin şarkı, en sevdiğin arkadaşın, en sevdiğin elbisen vs… insanlar soruları sorarken neden hep “en”lerimizi sorarlar anlamam. Yani benim hayatıma dair bir şeyler öğrenmek istiyorlar ama uğraşmadan. İşte ;1.sıradakileri say ve sus. Peki ya ben kendim de bu soruların cevabı ile ilgili en ufak bir bilgi sahibi değilsem. Mesela mail adresi alırken gizli soru diye sorulan en sevdiğiniz yemek seçeneğine yazacak sabit bir zevkim olmadığından şifresini unuttum mail adreslerimi, internet hesaplarımı kaybettim. Ne biliyim ki neyi en çok seviyorum. En sevdiğim renk yok mesela psikolojime göre, duruma göre tüm zevklerim değişebilir yalnız en sevmediğim insan tipine şunu ekleyebilirim. Genelleme yapan insanlar. Beni görür görmez “Aaa,sende pembe seven bir tip var. “ ya da “ sen boğa mısın, hmmmm obursun demek.” Kardeşim sanki her boğa burcuna sahip insan obez oluyor. Böyle genellemeler nerden çıkıyor. Bir de şehir genellemeleri var ki onlar iyice saçmalık. Her şehre kayıtlı halk il sınırları içerisinde artık havasından mı suyundan mıdır bilinmez aynı genel özellikleri taşıyormuş. Tam hikaye, belirli şehirler benzer ırklardan toplu göçler aldığı için tabii ki görsel benzerlikler kaçınılmaz olacaktır ancak bu demek değil ki huyu suyu tüm özelliği iki,üç cümleyle genellenebilir.
İnsanların hayata bakış açılarını gösteriyor aslında bu genellemeler. İnce düşünmeye mecali kalmamış, eleştirmeyi seven, bir nevi tembel insanlara göre bu alışkanlık. Bir şeyleri en ekleyerek kısıtlamak, genelleme ile bir toplumu bir cümlede özetlemeye çalışmak. Aslında pek çoğumuzun sıkça yaptığı bir yanlış bu. İnsanlar öncelikle kendilerini eleştirebilmeli, kendilerine dönüp bakmalı hatalarını kabul etmeli-çünkü hatasız insan olamaz- aslında eleştirinin hiç kimsenin haddi olmadığını bilmeli. İnsanları yaşadıkları her olaya içinden çıktıkları her çıkmazda karşısındakileri ya da olayları suçlamaktan öylesine zevk alıyor ki bu vicdan duygumuzu yavaş yavaş köreltiyor bence. Acımasız eleştirilerin bize verdiği haz ruhumuzu ele geçiyor.
Kendimden de örnekler verebilirim bu konuya. Ben de bu hataları sıkça yapan ancak yapmamak için dikkat eden biriyim. Arkadaşlarımı sevdiklerimi bazen o kadar acımasız eleştiririm ki yaptığımdan bir süre sonra çok pişman olurum. Çünkü hiçbir insanı o olmadığınız sürece tam tanıyamazsınız, bilemezsiniz. Şöyle düşünün bir kere bir suyun üzerinden atlarken bile siz korkarak atlarsınız ama yanınızdaki gayet rahat zıplar geçer. Siz korkarsınız çünkü daha önce o suya düşmüşsünüzdür. Verdiğiniz tepkinin geçmişte yaşanan ufacık bir olayın neticesi olduğunu karşınızdakine anlatamazsınız. Aynı şey karşınızdakiler için de geçerli tabii ki. İnsanların hayatlarını, ilişkilerini, kararlarını eleştirirken bunu da göz önünde bulundurmalısınız. Ben de yapmalıyım tabii…
Aslına bakarsanız buradan yola çıkarak insan olmanın ne kadar ilginç olduğunu söylemek mümkün. İkiz kardeşler bile birbirlerinden o kadar farklı ki. Aynı evde, aynı koşullarda, bazen aynı görüntülerde büyümüş olmalarına rağmen kafaları, ruhları, beklentileri birbirinden tamamen farklı. Biz bir de kalkıp bu kadar farklılıklar içerisinde kendimize yakın olanı arıyoruz. Onunla sevgimizi ,günlerimizi paylaşıyoruz ancak biraz zaman geçince yine insan oğlunun bencil tarafını hortlatıp karşımızdakini istediğimiz insana dönüştürmeye çalışıyoruz. Yüzde yüz mutluluk, uyum gibi kavramlar yok bence, olmasın da zaten. Tamamen bana benzeyen sürekli samimiyetsiz bir uyum içinde yaşayamam ben. Arada tartışmalıyım, karşımdaki farklı olmalı ki benden görüşlerime yenilikler katabileyim. Sizinle birebir aynı zevklere sahip insanla ne kadar dayanabilirsiniz, mutlaka bir süre sonra sıkılırsınız. Farklılıklar ise her zaman, her ilişkiye renk katar canlı tutar, hayatın tuzu biberidir. Bu yüzden karşınızdaki insanları olduğu gibi,farklılıklarıyla eleştirmeden kabul etmeyi öğrenin. Herkes sizin gibi düşünmek zorunda değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder