18 Ağustos 2011 Perşembe

Yalanın Doğaçlaması Olmaz…by E.D.

Bugün kuzenim Omyo ile birlikte kahveye nargile içmeye gittim. Ne zaman kahveye gitsem kendimi masküler hissediyorum. Rahatlıkla “hoopp, birader “ diye bağırabileceğiniz yegane yerlerden biri orası. Kimse yadırgamaz. Kuzenimin nargilesinden bol bol otlandıktan sonra masamıza bir çocuk geldi. Sakız satan kendi halinde bir çocuk. Görseniz çekinirsiniz. Üstü başı pek temiz olmayan gecenin o saatinde 2 sakız satmak için belki ailesinin gönderdiği bir çocuk. Okuyor mu okumuyor mu onu da bilmiyorum ama insanı ilk bakışta tedirgin ediyor. Evet bizim yaptığımız çok büyük acımasızlık bu çocukları toplumdan biz dışlıyoruz. Biz genellemeler yaparak bu çocuklara yüzüne bir bakışta “kötü” damgasını vuruyoruz. Hele ki ben sakız satan mendil satan dilenen insanlardan çok korkarım ve çekinirim. Huzursuz olurum yanıma geldiklerinde ve nitekim bu çocukta da böyle oldu. Kuzenimin yanına geldi sohbet etmek için. Konuşmaya başladılar. Belki başkası olsa gönderir kalbini kırardı ama kuzenim kırmadı git demedi hiç bir şey söylemedi. Başta çok kızdım rahatsız oldum çünkü diyorum ya aptal toplumsal genellemeler diye. Ben de toplumun o kesiminin hatası sıkça yapıyorum ama bir süre sonra baktım kuzenim rahatsız olduğumuzu anlamış olacak ki kalkalım dedi. Çocuğa da gülümsedi ve çocuk “ver abi hesabınızı toplayayım” dedi. Ben de baktım boş boş. O benim korktuğum belki de hadsizce içimden yargıladığım bacak kadar çocuk hem işletme hem iktisat okumuş benden kat daha hızlı bir şekilde ve kafadan karmakarışık bir hesabı saniyede topladı.  İnanamadım. Sonra kahvedeki adam topladı yazarak ve yanlıştı çocuk o kadar emindi ki bir daha toplattı ve çocuğun dediği çıktı. Sakız satan çocuk kasada duran adamdan benden bizim masamızda okumuş etmiş görünen herkesten kat ve kat iyi bir matematik zekasına sahipti. Ziyan olacaktı ama hatta olmuştu. O çocuğa kimse gereken özeni göstermeyecekti. İçinde iyi bir çocuktu kuzenimin o babacan tavrından dolayı sohbet ediyorlardı belki, çünkü kuzenim yadırgamaz insanları sınıflandırmaz. Herkesle oturur konuşur, doğru olanı yapar sonunda da benim gibilerin çektiği vicdan azabını çekmez. O çocuğun içinde neler var acaba ben öyle rahatsız olunca üzüldü mü diye acaba vicdanıyla hesaplaşacağına öyle acayip hareketler yapmaz.  Kendimle ilgili en sevmediğim huyum önyargım zaten. Aslında çok yaygın ve tedavisi olmayan bir hastalık bence bu. Ama asıl konuda benim önyargım değil.
Bu durumu şuna bağlıyorum. Bizim hükümetimiz Tikky kızlar gibi. Dışarıdan baktığınızda süslü belki albenisi de var ancak içine baktın mı kof aslında bir halt yok. 3-5 süsle bir şeye benzetmiş kendini ama yaklaştın mı ne mal olduğunu anlıyorsun. Sürekli yok yer altı yatırımı, çevre düzenlemesi, mimari yenilemeler vs. ama halka insana yatırım sıfır. Düşünsenize yeraltımız,sokaklarımız bahçelerimiz çok güzel ama halkımız, gençlerimiz sokaklarda ziyan oluyor,sakız satıyor ama yine söylüyorum sokaklarımız süper. Sürekli kuaförde saç makyaj yaptıran son moda kıyafetleri ile en pahalı çantasında köpek gezdiren uzaktan dikkat çeken ama yakına geldiğinizde boş boş bakan kızlardan ne farkı var bu hükümetin.
Reklamlarımıza kapılıp ülkemize gelen insanlar bu ülke madem bu kadar güzel halkına neden özen göstermiyor demeyecekler mi. Sokaklarda hırsızlık bu kadar yaygınken isterseniz var olmayan ülkeyi vaat edin; kim gelir. Biraz gerçekçi olmak gerek. Yollara saçma sapan süslemelere yatırım yapabilecek bir ülke değiliz biz. Türkiye Etiler’den Bağdan Caddesi’nden Nişantaşı’ndan ibaret değil maalesef. Aslında şu seçim gezilerinden siyasetçiler gezdikleri şehirlerde biraz sağa sola baksalar belki görürler ülkenin halini ama o sırada arabalarında seçim için atacakları yalanları yazdıkları kağıtlara öyle bir gömülüyorlar ki gözleri başka bir şey görmüyor. Ezberliyorlar o konuşmaları ki hatalı bir şey söylemesinler sonuçta yalan söyleyecekler ve yalanın doğaçlaması olamaz…

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Ruhun Şad Olsun Kaptan Ed Murphy... by E.D.

Başıma gelen şanssızlıklar silsilesi neticesinde daha önce pek çok kez hayatımdan kesitler bulduğum  Murphy yasalarını daha ayrıntılı inceleyerek çıkış yolu bulma ve felsefeyi anlama yolunda emin adımlar attım. Ne diyor rahmetli  Edward A. Murphy  “ yanlış gitme olasılığı bulunan her şey yanlış gider.” Evet doğru. Doktorların hastalık belirtileri anlattığı programları izlerken kendine hastalık yakıştıran belirtileri büyük hastalıklara yorup ajitasyon yapan sıkıntıdan hastalık arayan teyzeler gibi olmak istemem ama ; “aynen öyle, aynısı bende de var.” Benim de ters gitmesinden korktuğum işlerim ters gidiyor. Mesela bu Çarşamba vize görüşmem var ve üç buçuk atıyorum resmen.  Ya vize vermezlerse ya Amerika beni istemezse. Gerçi  vermezlerse “ aman siz beni almıyor değilsiniz ben gelmiyorum  ulan ülkenize “ diyip boş bi ego tatminiyle ömür boyu Amerikan vizesi alma şansımı tamamen kaybedebilirim bu yüzden inşallah kendimi orda tutabilirim yoksa  Murphy Yasalarına suç atacak halim kalmaz hak etmiş olurum.  Halbuki Edward amca öyle mi …
Araştırma yaparken fark ettim ki adamcağız böyle isyan etmekte haksız sayılmaz.  1949 da roketler üzerine deney yapan Mr. Murphy bir deneyde pilota takılacak 16 sensörün 16sının da birisi tarafında yanlış takılması ile çileden çıkmış ve basın toplantısında bahsettiği kanunları zaman içinde tüm dünyada bilinir hale gelmiş.
Murphy Yasalarından birkaç örnek;
Hayattaki en güzel şeyler : Ya kanun dışı, ya ahlak dışı ya da şişmanlatıcıdır
Radyoyu ne zaman açarsanız açın, en sevdiğiniz şarkının son melodilerini duyarsınız.
Yanlış numara hiç meşgul çalmaz
Konuşmanızda bir yanlış yapana kadar kimse dinlemiyordur
Sakın para için evlenmeyin. Çok daha uygun koşullarda borç bulabilirsiniz.
Murphy'nin altın kaidesi : Altını olan kuralı belirler.
Her başarılı erkeğin arkasında edepsiz bir kaynana vardır. Her başarılı kadının arkasında aşağılık kompleksiyle kıvranan bir erkek vardır.
Herkesin zengin olmak için yürümeyen bir planı vardır.
Masallarda çiftler aşık olurlar, evlenirler ve yaşamlarının sonuna kadar mutlu yaşarlar Bunlara masal denmesinin nedeni de budur zaten...



14 Ağustos 2011 Pazar

Bizimkiler Hakikaten Umutsuz Ev Kadınları , Hiç Umut Yok !... by E.D.

 Ayıptır, günahtır, yapmayın kardeşim yılların Desperate Housewifes dizisini getirip de Türkiye’de çekeceksiniz madem böyle rezil etmeyin.  Yani yemin ederim ben bu diziyi bir yabancı olarak izlesem Türkiye’deki ev kadınları hakikaten umutsuz derim. Bu nedir kardeşim ya memlekette kadın mı bulamadanız sol baştan sayıyorum.  
Songül Öden ; Gümüş dizisinde çirkin ile vasat arası kasabalı bir kızı oynadı ünlü oldu daha sonra estetik mucizesi –para nın mucizesi de denebilir- ile kendini toplatıp seksi kadın rolleri kaparak bunu ispatlamaya çalıştıysa da bence o hala annannnee deme şekli aklımdan çıkmayan ve Kıvanç Tatlıtuğ ile oynaması hayatının en büyük şansı olan oyuncu. İyi bir oyuncu olabilir ancak dizide anladığım kadarı ile Teri Hatcher ın oynadığı Susan karakterini Suzan ismiyle oynayacakmış ki bu da memleketimizdeki  dizi yapımcılarının üstün yaratıcılıklarını ortaya koyuyor.
Evrim Solmaz ; Ben daha küçücük bir çocukken ilişkiler dizisinde  genç bir kadını oynayan bu ablamız bu dizide hayatı flört edip eğlenmekten ibaret sanan daimi genç kız “Yıldız”ı oynayacakmış ki  genç kızsa ben bebeğim. Hanımın çiftliği dizisindeki garip rolünden sonra böyle bir rolle kültür şoku yaşamış olacak ki fotoğraftaki ifadesi dikkat çekecek kadar garip. Yıldız karakteri dizinin orjinalinde Eva Longoria’nın canlandırdığı Gabrielle karakterinin çakması.Gabrielke dizide eski bir manken ve çok güzel olmasıyla dikkat çekiyor. Ayrıca değişik bir havası var ne yaparak bu havayı Evrim Solmaz’a verebileceğinize inanıyorlar çözemedim.

Ceyda Düvenci ; Geçtiğimiz günlerde bir magazin programında görüp “ne kadar yaşlanmış yazık dogum kilolarını da verememiş hala ne biçim göbeği var” dediğim Ceyda Düvenci aslında çok sempatik bulduğum bir oyuncudur. Ancak müebbet anne “Leyla” yı oynayacak dediklerine göre herhalde Felicity Huffman ın oynadığı sayısını bilmediğimiz kadar çocugu olan  Lynette karakterini oynayacak. Diğer oyuncular kadar sırıtmasa da bence bu dizide olması gereken bir oyuncu değil.

Özge Özder ; Haziran Gecesi dizisinde Naz Elmas’ın hayat kadını arkadaşını oynarken role cuk oturmuştu ancak sonra Dudaktan Kalbe dizisinde çok zengin bir kadını oynarken hiç oturmadı. Çünkü bence bu kadında o ışık yok. Dudaktan Kalbe nin yorumlarına bile bakarsanız herkesin gözüne batmış ve eleştirilmiş o role katiyetle yakıştırılamamış bir oyuncudur kendisi. Burada şuh ve cilveli Emel Karakterini oynayacakmış ki sanıyorum bir dönem bizim Polat Alemdar ile – Necati Şaşmaz olduğunu biliyorum ama bence o da kendini artık Polat sanıyor ya neyse… - adı aşk dedikodularına karışan Nicollette Sheridan ın oynadığı Edie karakteri oluyor. Bu arada anlamadığım şey de şu ki herkes kumral esmer arası. Adam gibi sarışın veya kızıl da mı bulamamışlar. Edie karakteri yerine Özge Özder'i koymak ciddi bir espri anlayışı gerektiriyor. Yani bu kadında o ışığı gören vatandaşa soruyorum şuh ne demek sözlük anlamına bakmayı düşündünüz mü hiç. Mesela Fahriye Evcen şuh bir kadın duruşu, konuşması, mimikleri... şuh bu deil kardeşim,yanlışınız var. O kadar bütçelerle dizi yapıyorsunuz daha şuh ne demek onu bilmiyorsunuz.
Bennu Yıldırımlar ; En çok bu karaktere güldüm desem yeridir. Ya yuh be walla yuh… yani yaprak dökümünün diz altı etekli Fikret’i ya bu kadın resimde de yazık bi garip çıkmış. Tamam kendine göre seksi bir bayan yani Gökten Üç Elma Düştü filminde çok farklıydı ama bu rolde oynayacak kadar değil. Bilin Bakalım Bennu abla kim olmuşşşş….. Bree . Şaka değil çok ciddiyim Marcia Cross un oynadığı kızıl saçlı mükemmeliyetçi kadını Bennu Yıldırımlar’ a oynatalım demişler. İlginç…

Bu arada son olarak şunu belirtmek isterim ki her karakterin kolkola bu resmini çektirip basına dağıtma özgüvenine sahip zihniyetti arkadaşlarla çalışan yapım şirketleri buna neden bir dur demiyor. Songül ödenin korkunç topuzu kimin fikriydi acaba. Hele Bennu Yıldırımlar… yazık ya ne garip çıkmış.
Kısacası ülkemizde çakma diziler yapan yapımcı şirketler madem çakma yapacaksınız bari tam yapın yoksa bir sürü yeni projeler üreten gençlere şans verin. Yani biz adam gibi dizi bile üretemeyecek bir ülke değiliz. Yaratıcı üretici binlerce sinema televizyon örgencisi var. Ayrıca ünlü oyuncular kullanacağız diye ucuza getirmek için az ünlülerden karma yapacağınıza ünsüz ama rollere uyan oyuncular seçmeniz daha yerinde  olurdu bence. Şartlanmalar nedeniyle bir süre izlenecek bu dizi bence uzun ömürlü olamaz.
 Not; tek temennim diziye Ali Rıza Beyin hortlayıp konuk oyuncu olarak katılarak eski kızı Fikret’i kurtarmasıdır.. 



13 Ağustos 2011 Cumartesi

Kararsızlık kötü bir şey evladım by N.N.

Bir kızın kendi düğünündeki kıyafet stresinden sonraki en büyük kıyafet stresi, kız kardeşinin düğününde giyeceği kıyafetin stresidir. Ve ben "stres" kelimesini aynı cümlede üç kez kullanıyorsam, durum bayaa vahim demektir. Moda dergisi çıkaran ve her ay pek çok kıyafeti pohpohlayan ben, ablamın düğününde giyecek tek bir kıyafet modeline karar verememiş olmam komik ötesi. :) Haftalardır internette modacıların son 3 yılda çıkardıkları koleksiyonlardan tutun da, Oscar, Grammy başta olmak üzere, Kral Tv Müzik Ödülleri'ndeki kıyafetlere kadar hepsine göz gezdirdim. Veee şunu anladım ki; şu çabam, hiçbir kıyafet beğenmemi bir yana bırakın, daha fazla aklımı karıştırmaktan başka bir işe yaramadı. 


Hayalimdeki kıyafeti Bursa sınırları içerisinde bulamayacağımı zaten biliyordum ama en azından diktireceğim yere somut bir resim sunabilmek, terzinin bana atacağı kazığı engellemek için yararlı olabilirdi. Provaları seven bir yapım yok. Ölçü alınsın, modeli anlatayım ve istediğim gibi teslim alayım isterim. Ben isterim ama hiçbir zaman da memnun olmam. :) 
İnternette yaptığım küçük çaptaki dünya turunda bir kaç detay gözüme ilişti....  :) 




Gisele Bündchen bu elbiseyle harika görünüyor. Eteği tam istediğim gibi fakat üst kısımlarda drape şart!




Bu da Özgür Masur'un şimdiye dek en güzel koleksiyonunun en iddialı kıyafetlerinden biri. Eğer bu tarz bir kıyafet diktirirsem, kuyruğunu çıkartıp daha sonra da kullanabilirim. 




İşte bu nalet olası renk de, beni kırmızıdan caydıran renk. Ablam senin rengin bu dediğinde burun kıvıran ben, bugün denediğim bir kıyafetle mest etti beni. 




Öldüm öldüm bittim bu kıyafete. Renk harika, drapeler müthiş, bacak dekoltesi biraz fazla kaçmış ama kapatırız sorun değil. :))) 


Hadi diyelim ki Özgür Masur'un göğüs detayını bu yeşil muhteşem kıyafetin drapesiyle birleştirdik. Sonra da Gisele'in kırmızı kıyafetinin etek kısmını çorladık. Bence güzel bir şey çıkar. Ama terzim bunu yapabilir mi? Yaptı diyelim, benim vücudum bunu kaldırır mı? Hadi kaldırdı diyelim bu kıyafete nasıl bir saç yakışır? 


Elimde yine seçtiğim birden fazla saç modeli var :( 






Bu mu? 


Yoksa bu mu?


Düğüne şuan itibariyle 33 gün kaldı ve ben hala karar veremedim. Pazartesi gününe kadar karar vermeyi düşünüyorum, çünkü biraz daha kararsız kalırsam sanırım kıyafetsiz kalırım. :)


Girdiğim her restaurantta mönüyle aramda sıkı bir bağ kuran ve kararsızlığımla masadakileri deli eden benim hemen bir karar vermem de beklenemezdi zaten. :)))

Farklılıklar Güzeldir... E.D.

Başına “en” eki gelen sorulardan hiç haz etmiyorum. Mesela; en sevdiğin yemek, en sevdiğin şarkı, en sevdiğin arkadaşın, en sevdiğin elbisen vs… insanlar soruları sorarken neden hep “en”lerimizi sorarlar anlamam. Yani benim hayatıma dair bir şeyler öğrenmek istiyorlar ama uğraşmadan.  İşte ;1.sıradakileri say ve sus. Peki ya ben kendim de bu soruların cevabı ile ilgili en ufak bir bilgi sahibi değilsem. Mesela mail adresi alırken gizli soru diye sorulan en sevdiğiniz yemek seçeneğine yazacak sabit bir zevkim olmadığından şifresini unuttum mail adreslerimi, internet hesaplarımı kaybettim. Ne biliyim ki neyi en çok seviyorum. En sevdiğim renk yok mesela psikolojime göre, duruma göre tüm zevklerim değişebilir yalnız en sevmediğim insan tipine şunu ekleyebilirim. Genelleme yapan insanlar. Beni görür görmez “Aaa,sende pembe seven bir tip var. “ ya da “ sen boğa mısın, hmmmm  obursun demek.” Kardeşim sanki her boğa burcuna sahip insan obez oluyor.  Böyle genellemeler nerden çıkıyor. Bir de şehir genellemeleri var ki onlar iyice saçmalık. Her şehre kayıtlı halk il sınırları içerisinde artık havasından mı suyundan mıdır bilinmez aynı genel özellikleri taşıyormuş. Tam hikaye, belirli şehirler benzer ırklardan toplu göçler aldığı için tabii ki görsel benzerlikler kaçınılmaz olacaktır ancak bu demek değil ki huyu suyu tüm özelliği iki,üç cümleyle genellenebilir.
İnsanların hayata bakış açılarını gösteriyor aslında bu genellemeler. İnce düşünmeye mecali kalmamış, eleştirmeyi seven, bir nevi tembel insanlara göre bu alışkanlık. Bir şeyleri en ekleyerek kısıtlamak, genelleme ile bir toplumu bir cümlede özetlemeye çalışmak. Aslında pek çoğumuzun sıkça yaptığı bir yanlış bu. İnsanlar öncelikle kendilerini eleştirebilmeli, kendilerine dönüp bakmalı hatalarını kabul etmeli-çünkü hatasız insan olamaz- aslında eleştirinin hiç kimsenin haddi olmadığını bilmeli. İnsanları yaşadıkları her olaya içinden çıktıkları her çıkmazda karşısındakileri ya da olayları suçlamaktan öylesine zevk alıyor ki bu vicdan duygumuzu yavaş yavaş köreltiyor bence. Acımasız eleştirilerin bize verdiği haz ruhumuzu ele geçiyor.
Kendimden de örnekler verebilirim bu konuya. Ben de bu hataları sıkça yapan ancak yapmamak için dikkat eden biriyim. Arkadaşlarımı sevdiklerimi bazen o kadar acımasız eleştiririm ki yaptığımdan bir süre sonra çok pişman olurum. Çünkü hiçbir insanı o olmadığınız sürece tam tanıyamazsınız, bilemezsiniz. Şöyle düşünün bir kere bir suyun üzerinden atlarken bile siz korkarak atlarsınız ama yanınızdaki gayet rahat zıplar geçer. Siz korkarsınız çünkü daha önce o suya düşmüşsünüzdür. Verdiğiniz tepkinin geçmişte yaşanan ufacık bir olayın neticesi olduğunu karşınızdakine anlatamazsınız. Aynı şey karşınızdakiler için de geçerli tabii ki. İnsanların hayatlarını, ilişkilerini, kararlarını eleştirirken bunu da göz önünde bulundurmalısınız. Ben de yapmalıyım tabii…
Aslına bakarsanız buradan yola çıkarak insan olmanın ne kadar ilginç olduğunu söylemek mümkün.  İkiz kardeşler bile birbirlerinden o kadar farklı ki. Aynı evde, aynı koşullarda,  bazen aynı görüntülerde büyümüş olmalarına rağmen kafaları, ruhları, beklentileri birbirinden tamamen farklı. Biz bir de kalkıp bu kadar farklılıklar içerisinde kendimize yakın olanı arıyoruz. Onunla sevgimizi ,günlerimizi paylaşıyoruz ancak biraz zaman geçince yine insan oğlunun bencil tarafını hortlatıp karşımızdakini istediğimiz insana dönüştürmeye çalışıyoruz. Yüzde yüz mutluluk, uyum gibi kavramlar yok bence, olmasın da zaten. Tamamen bana benzeyen sürekli samimiyetsiz bir uyum içinde yaşayamam ben. Arada tartışmalıyım, karşımdaki farklı olmalı ki benden görüşlerime yenilikler katabileyim. Sizinle birebir aynı zevklere sahip insanla ne kadar dayanabilirsiniz, mutlaka bir süre sonra sıkılırsınız. Farklılıklar ise her zaman, her ilişkiye renk katar canlı tutar, hayatın tuzu biberidir. Bu yüzden karşınızdaki insanları olduğu gibi,farklılıklarıyla eleştirmeden kabul etmeyi öğrenin. Herkes sizin gibi düşünmek zorunda değildir.

12 Ağustos 2011 Cuma

Ölmeden önce yapmak istediğim 20 şey .... E:D.

Bu yıl doğum günümde hayatımla ilgili bazı kararlar aldım. Mesela ölmeden yapmak istediklerim listesini çıkardım geçen gün bunu bence herkes yapmalı. Önce seneler önce yaptığım listeyi buldum ve okudum baktım farkına varmadan çoğunu yapmışım ama bu seferki listem daha uzun ve daha çok şey var içinde listemi hazırladım ve bunları 25.doğum günümle birlikte uygulamaya karar verdim. Size kısaca listemden bahsedeceğim ki siz de gaza gelip böyle bir liste hazırlayın. Düşünsenize hayat ne kadar kısa ve insanlar önlerine bazı hedefler koymadığı takdirde yaşam biraz da monotonlaşıyor. Hayatıma renk katmak biraz da neşelenmek için hazırladığım listem şöyle;  )listeyi okurken bu şarkıyı dinlemenizi ısrarla tavsiye ediyorum : http://fizy.com/s/17er8k )
 
1 – Hayatımda görmek istediğim birkaç ülke var. İtalya(arkadaşlarımla), Fransa, Hindistan(ucuz kumaş için J ), Yunanistan. Bu ülkeleri görebilmek için bundan sonra kumbarama her kazandığım paradan bir miktar atacağım paramı biriktirdikçe de ufak turlar ile bu ülkeleri gezeceğim.
2- Yarım yarım öğrendiğim İtalyancamı ve Rusçamı geliştireceğim. ( Önceliği İtalyancaya versem daha iyi olacak İtalya moda ülkesi filan J )
3- Bir hız motoru ile bir şehirden başka şehre gideceğim. (kimin kullandığı önemli değil çünkü arabayı bırak bisiklet bile kullanamıyorum. Özürlüyüm sanırım bu konuda L )
4- Bir kitap yazmaya başlayacağım. Kitabın arka kapağına siyah beyaz çekilmiş elim çenemde geleceğe umutla bakan bir resmimi koyduracağım .
5- Bir defile yapacağım.
6-  Her sene en az bir kere karaoke de olsa sahneye çıkıp o senemi özetleyen bir şarkı söyleyeceğim. ( 2008 de Christina Agulera’dan i am genie in the bottle ı söylemiştim. 2009 u atladım maalesef L ama 2010 yılına Ajda Pekkan’dan Haykıracak Nefesim isimli şarkıyı ithaf ettim. )
7- 10 tane televizyon programına çıkıp 10 programda da bu işe 10 T-shirtle başladım diyeceğim. (3 tanesi tamam kaldı 7 tane )
8-  Karadeniz turu yapmak istiyorum.
9-Bir maçı izlemeye stada gidip içimden geldiğince, ağız dolusu küfür edeceğim.
 10- bir düğünde nikah şahidi olacağım. (bu kafayla gelin olmam zor gibi … )
11-  Bir dönem Restoran açacağım. (pek çok iş yaptım bunu da yapmak istiyorum. )
12-  Egitimime tam gaz devam edeceğim, ne okunuyorsa okuyacagım.
13- Bu yaz sağ ayağımın 2. Parmağına sürekli yüzük takacağım ve moda olmasını bekleyeceğim.
14- Önümüzdeki yıla kadar 104 kitap bitireceğim.
15-  Yarıda bıraktığım keman derslerime devam edeceğim ve dost meclislerinde kemanımla kulakların pasını sileceğim.
16- Hayatıma giren insanlara sadece 2 şans vereceğim ve 3. De acımayacağım. Bu konudan çok muzdaribim inşallah gerçekleştirebilirim.
17- Moda çekimine katılacağım.
18- Her hafta bir sanatsal etkinliğe katılacağım.
19- Bu kitap bitene kadar tadını hiç bilmediğim farklı mutfakların yemeklerinden 10 adet yeni yemeği yiyeceğim. Yedikçe yorumlarımı paylaşırım. 
20- Özi’yi evlendireceğim…
Listem şimdilik bunlardan oluşuyor ve her gerçekleştirdiğim hedef üzerine çizgi çekip yeni bir hedef koyacağım. Eğer unutmazsam da her doğum günümde açıp bu listeye bakacağım.

Karıncalar kadar olabiliriz öyle değil mi? by N.N.

Size bir itirafta bulunayım :) Geçtiğimiz ay tatile giderken arkadaşlarımla bindiğim uçakta, bütün yolculuk boyu süregelen muhabbet, karıncalar üzerineydi. :))) Çocukken karınca yuvalarına kibrit çöpü sokup içinden kaç karınca çıkacağını merakla beklerdim. Komik ama çocuğuz işte. :))) Yuvadan bir sürü karınca çıkardı ve hepsi ayrı yere dağılırdı. Bir süre sonra kimi sırtında çekirdek kabuğu, kimi ise başka bir çer çöp taşıyıp yuvasına geri dönerdi. 

İnsan düşünmeden edemiyor. Yukarıdan bakıldığında karıncadan farklı bir durumumuz yok aslında. Küçücüğüz. Bırakın karıncayı, bit kadar bile değiliz. 

Herkesin iyi kötü bir çatısı, kilitli bir kapısı var mı? Evet, var. Peki, karıncalar gibi yuva olmayı becerebiliyor muyuz?

Yuva olmak, sadece aynı çatı altında, ortak bütçeyle yaşamak değildir. Yuva olmak sadece mutlu olmak da değildir. Yuva olmak, kenetlenmektir. Yaşadığın acı ne kadar büyük olursa olsun, dağılmadan, birlikte üstesinden gelmektir. 


Ben sadece bir eve değil, mükemmel bir yuvaya da sahip olduğum için birazcık şanslıyım... :)


11 Ağustos 2011 Perşembe

Senin neyine Sex and the City otur izle sen mis gibi Türk dizini –Öyle bir geçer zaman ki-... by E.D.


Birkaç gün önce Sex and the City dizisini baştan izleme kararı aldım ve çalışırken bir yandan da diziyi takip ediyorum. Gel gelelim diziyi izlediğim günlerden biri salıya denk geldi ve Sex an the City’den ani bir hızla Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisine geçiş yaptım. Beynimin ambale olması kaçınılmazdı haliyle. İki diziden kısaca özet geçmek gerekirse Carrie Mr.Big ile tatile gitmemişti ve kavuşamayacakları korkusuyla genç erkeklerle partilere katılıyordu tam o sırada Ali Kaptanın başladığını anladığımda televizyona geçtim ve izlemeye başladım. Yine korkunç bölümlerinden biriydi ve Cemile tecavüze uğruyordu. Yıllar, ülkeler çok farklı; yaşanan hayatlar vs. bambaşka iki dünya adeta. Oturup bunun üzerine boş boş düşündüm. Bir kere ilginç olan bir şey var ki yurdum insanı mazoşist. Eminim artık bundan çünkü hangi normal topluluk böyle bir diziyi rekor reyting oranları ile izler. Biz acıdan zevk mi alıyoruz sorusunun cevabı bence Fatmagül ve Cemile. Düşünün bir kere Fatmagül’e de tecavüz edilen sahnede reyting patlaması yaşanmadı mı… Aslında böyle bıçak sırtı konularda keskin yorumlar yapmak çok tehlikelidir ama nasıl bir halkız ki bu durumdan zevk alıyoruz. Neden zaten mutsuz olan toplumu mutlu etmeye çabalamak yerine böyle pesimist dizilerle halkı daha da demoralize ediyorlar. Acaba komplo teorilerinde söylendiği gibi Türk halkının acıdan zevk alması ve aile yapısının bozulması için Amerikanın kurduğu kumpaslardan biri mi…
Bu sorular kafamı kurcalarken amacını elde etmiş bu Elm sokağı havasındaki dizilerin aslında ne kadar etkili anladım. Şöyle ki gün içinde liseden arkadaşlarımla buluştuk ve güzel bir kafede sohbet ettik. Konuşmaya başladığımızda en yakın arkadaşlarımdan birinin aslında mutsuz olduğu bir ilişkide kendince saçma çabalar verdiğini fark ettim. Çok üzüldüm ve kızdım çünkü aynı hataların kat ve kat fazlasını yapan ben mutsuz giden ilişkimin bitişiyle beraber yeniden hayata döndüm. Birkaç ay öncesine kadar kabuslarıma girmesine rağmen son veremediğim saçmalığın bitişinde canım çok yanar diye korkarken bu kararı duymamla birlikte nefes aldığımı ve haliyle beynime de oksijen gittiğini hissetmeye başladım. Artık o kasvetli mutsuz günler bitmişti, kurtulmuştum. Bunun üzerine adettendir kendimi bir süre sokaklara vurdum ve ardından eski, normal hayatıma geri döndüm. Arkadaşıma da bunu anlatmak için dil dökmeye başladım. Hani ilkokulda aşı günü siz aşı olduktan sonra arkadaşlarınızı cesaretlendirirsiniz ya; “hiç acımadı yaa” diye , işte benim de tam olarak yapmak istediğim buydu.  Acımayacak demek istedim biraz sert bir üslupla. Hayır arkadaşlarım bence benim kıymetimi bilsin bıraksınlar manitalarını kıza derdiimi anlatmak için  Tarkan’dan bile alıntılar yaptım resmen.-gel gel gel güzelim gel hiç acımıycak ,diye- şarkılar söyledim. Ama işte yurdum çilekeş kadını acıya doyamıyor illa yaşayarak görmek derdinde. Aç izle ablacım Sex and the City bak gör kadınlar da ne kadar tehlikeli olabiliyor. Ya bir kere bana sorarsanız Samantha Ali kaptandan kat be kat tehlikeli bir varlık sizce de öyle değil mi.  Ayrıca ben demiyorum ki birden öyle kabak çiçeği gibi açılsın, ama bıraksın canım bu işleri. Olmuyor işte dinlesin beni, kim bilir ne güzel geçebilecek günlerini harcıyor bu çocukla kızıyorum hem de üzülüyorum. Yaptığım hataları başkası yapınca yaşlı teyzeler gibi canım pahasına uyarıyorum. Lütfen yurdum kadını bırakın şu “kan kustum kızılcık şerbeti içtim” ayaklarını. Bayanlar bu sadist herifleri acaba değişir mi diye hayatınızın merkezine koyuyorsunuz ya, her yaptığı manyaklığı görmezden gelip bir gün düzelir diyorsunuz ya, ayrılmayayım onsuz yaşayamama cart curt mızmızlanıyorsunuz ya işte bunların hepsi silme yalan ve maalesef siz de bunu biliyorsunuz. Hiçbir adam size yaptığı işkenceleri bir gün bırakır umuduyla beklediğiniz için kendini değiştirmez. Neyse odur yani boşa umutlar beklemeler kısacık ömrünüzden geçip gidecek değersiz birkaç günden fazlası olamaz. İnanın yaşadım, biliyorum. Bittiği noktada Seda Bacı gibi tekmeleyivereceksiniz. Size acımayana hiç acımayacaksınız. Beni dinleyin hayat bir serserinin peşinde heba edilemeyecek kadar kıymetli. Sonra valla herifi bütün çilesini yokluğunu siz çekersiniz. 30 yaşında bir bakarsınız aynaya 50 yaşında gibi duruyorsunuz ha bir de sizin hanzonuz da üzerinize bir Caroline getirir  al başına belayı. Artık bıçaklaması var, evi yakması var… Var da var.  Ayrıca bu dizileri izleyip de hayata umutlu bakmak da çok zor. Düşünsenize bunu izledikten sonra bir insan nasıl olumlu bakabilir hayata. İnsanların başına gelmeyen kalmıyor. Bir de demezler mi bu dizi aslında gerçek bir hikaye imiş  filan. Tam şehir efsanesi işte insanları inden cinden daha çok korkutan bir söylenti. Bu cümleyi kurduruyor bize : “ hakikaten var demek böyle manyaklar.” Umutsuzluğa kaptırıyor bizi yanlış çok yanlış…



Yazın yaşanan aşkın tadı başkadır... by N.N.

Deniz, kum ve güneşin yüreğimizi kıpır kıpır ettiği yaz ayları, şüphesiz ki aşka en korumasız kaldığımız aylardır… Çünkü uzun, sıkıcı ve heyecansız geçen kış boyunca öyle kapatmışızdır ki kendimizi, yeni heyecanlar yaşamaya adeta ihtiyaç duyarız.


Bazen bir deniz kıyısında, bazen ise eğlencenin tam ortasında ararız aşkı. Oysaki ararken de biliyoruzdur bir yaz kadar kısa süreceğini… Ühü ühü :''''(


Yaşar ne diyor?


Başlamam bitecegini bile bile
Bu aşka başlamam
Ne seni ne de kendimi ateşe atamam
Anla beni yaz aşkım :(


Kendine güvenen şöyle gelsin.... by E.D.

Bir insanın kendine güvenmesi harika bir duygu bence. Hayatta “her koyun kendi bacağından asılır” sözünü o kadar çok kullanırım ki bu yüzden. Bir kere insan kendine güvenmediği zaman kendi hayatının da mimarı olamaz kendisi yönetenlerin planları, hayalleri, komutları doğrultusunda yaşamak zorunda kalır. Hele hele bizim ülkemizdeysen bir de kadınsan ailenin hayatının %100 nde söz sahibi olması kaçınılmaz. Ancak bu sürenin uzunluğu çok önemli . 30 lu yaşlarınıza geldiyseniz hala annenizden izin alıyorsanız sizin acilen bir terapiste başvurmanızın zamanı gelmiş demektir. Hayatınızı kendi hayalleriniz doğrultusunda yaşamak belki de çoğu zaman sizin için bir hayal olmaktan öteye gidememiş olabilir ancak bu demek değil ki hep böyle gidecek . Artık silkelenin ve kendinize gelin. Ailenizin, sevgilinizin, arkadaşlarınızın, patronunuzun, çevrenizdeki insanların hayatınıza müdahale etme hakkı olmadığı onlara gösterin. Sizin bir birey olduğunuzu bilsinler, anlasınlar ona göre ayaklarını denk alsınlar.  Hayat bir gün daha başkası için yaşayamayacağınız kadar kısa. Dünyaya bir kere geliyorsunuz ve aileniz ardından kocanız derken tüm hayatınız başkalarının esiri oluyor. Ama bu demek değil ki her şeye gereksiz başkaldırın, evlilik düşmanı olun. Ülkemizde ne zaman kadın özgürlüğü desek erkek düşmanlığı olarak algılanıyor bu çok yanlış. Ben diyorum ki nasıl mutluysanız öyle olun biriyle veya yalnız ancak sizi anlayan size saygı duyan insanlarla olun. Sırf bu bakış açısı bile bazen mutsuz ediyor bizi.
Özi ile-kendisi en yakın ve feminist olduğunu ısrarla iddia eden arkadaşım olur- lise yıllarımızdan beri Duygu Asena’yı takip ediyoruz. Konuşmalarımızda özgürlükten, birey olmaktan, erkek egomanyasında ezilmemekten bahsederken bir yandan da evlilik ve yemek tarifleri üzerine konuşurken buluyoruz kendimizi. Her genç kızın küçükken içine aşılanan ve zamanla büyüyen o domestic virüs bizi ele geçirecek diye korkarak tekrar feminizm ve hayata kafa tutmak üzerine atıp tutmaya başlıyoruz. Özgür olmaktan, çocukları sevmediğimizden bahsederken birkaç dakika sonra da yine benzer bir virüs olan anaçlık virüsü bizi ele geçiriyor ki o en beteri ve en zor inkar edileni.
İşte size örnek bir konuşma ; başlangıç ve bitiş arasındaki 7 farkı bulun. J
e-Özi ben çocuklardan nefret ediyorum ya. korkunçlar safi zarar….
ö-bence de canım ya ,Allahım canavar hepsi hele o şımarık kız çocukları yok mu ağzını yaya yaya konuşan
e-evet kızım ya tam kabus inanır mısın nefret ettiriyorlar kendilerinden dövsen dövemezsin de elalemin çocuğu, ay bi de koca adam gibi giydirdikleri tüküren  erkek çocukları yok mu
ö- ooff ooff onlar en beteri bi de durup dururken gelir vururlar
e-evet kızım yaa sevmiyorum ben çocuk ben zaten kendim çocuk istemiyorum evliliğe filan da karşıyım hayat böle süper ohh
ö- bence de yaa kızım napıcaksın millete hizmet edeceksin yemek yap bulaşık yıka ohooo –
e-bence de canım ya isteyerek evlenmiyoruz biz zaten dimi
ö-evet kızım istemiyoruz feministiz ya
e-evet evet öyleyiz dimi
ö-kızım kadınız yalnız da yaşarız her işimizi kendimiz yaparız
e-yalnız ben yalnız yaşayamam korkarım yani biri olsa fena olmaz
ö-ay ben de tadilat filan sevmem tamam hayatımızda biri olsun da evlenmeyelim
e- yalnız hayatımızda biri olursa da senelerce evlenmezsek gelinlik nasıl giyeceğiz
ö-Valla ne biliyim bir de o var dimi gerçi ben öle gelinlik, düğün filan bilmiyorum banal geliyor bana
e- ya bana da ama bak evlensem şu gelinliği giyerdim (masaüstünde hep boynu bükük bekleyen bir gelinlik resmi anında yollanır)
ö-ya kızım bu güzelmiş de bak ben olsam şöyle bir şey giyerim. (aynen resim yollanır ;) )
e-güzelmiş ama bu kır düğününde güzel olur
ö-ya zaten ben kır düğünü istiyorum kızım kışın filan kapalı yer salon istemem öle
e- ben de valla klasik müzik filan süper olur yani
ö-bence de canım en güzeli öle ama bir de çok kalabalık olmayacak
e-evet kızım ya milletin çoluğu çocuğu gürültü yapıyor hep
ö- evet valla hiç çekemem gerçi her çocuk da o kadar gürültü yapmıyor bazıları gelebilir,yakın akrabaların çocukları filan
e- ya tabi kızım geçen gün bir tanıdığımızın kızını gördüm yok böle tatlı bir şey çocuk sevmem ama bu bambaşka bir şey adını da Minel koymuşlar çok güzel isim dimi bir de elbise giymiş prenses gibi çok tatlıydı
ö- aaa yapma be ne şeker ben de gördüm geçenlerde bir tanıdığımızın oğlunu Mesut ama nasıl akıllı nasıl tatlı görsen hep gelip sarılıyor
e- Mesut mu ben oğlum olunca adını Deniz koyarım, kızım olursa da Nil veya Nazlı
ö- valla ben oğlum olunca Kenan koyarım, kızım olursa Yasemin, Mira
e- hıımm güzelmiş yalnız kızım ben 30 uma kadar evde kalırsam kafayı yerim kızım 40 ımdan sonra çocuk filan da yapamam ayy yaşlanınca bana kim bakacak, ne olacak akibetim, yalnız öleceğim galiba…
ö- ya öle deme otuzuna çok var daha ben acele etmiyorum bir 2-3 senem var daha
e-kızım öle deme  2-3 sene desen oldun mu 28 bir de çocuğun olsun diye bekle 30 çok yani kuşak farkı olur
ö- o da doğru da 30 geç değil çocuk için bence
e- yani aslında haklısın dimi 30 a kadar iyi ama 35 filan geç yani
ö- geç canım geç ne yaptın ….
ahahahha ve işte evlilik ve çocuk düşmanı olarak başladığımız konuşmada ortaya çıkan sonuç. 
YORUMSUZ…..
Evliliğe karşıyım ama bu hayalimin gelini.... (ironik) :S